Ana Sayfa YAŞAM Vajinal Doğum Sezaryen Doğuma Karşı Tekrar Vizyonda

Vajinal Doğum Sezaryen Doğuma Karşı Tekrar Vizyonda

Kadınlar sokaklarda. Kadınlar isyanda. Kadınlar hemcinslerinin her gün, vahşice öldürülmesinden bitap. Cinayet şiddetin son noktasıdır. Ölümle sonuçlanmayan, göze görünmeyen, kayda girmeyen fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik şiddeti konuşamıyoruz bile. Hukuk karşısında şiddet mağduru kadınlara neredeyse ‘‘ölmediğine şükret’’ deniyor. Cumhuriyetin 101.yılını geride bırakırken çocuklarımızı koruyamadığımız, cinsel istismarların önüne geçemediğimiz, sokak hayvanlarını vahşice katlettiğimiz uğursuz bir döngüdeyiz. Ben sözü sağlık ve kadında mühürleyip, geçen hafta söz verdiğim ‘‘Normal Doğum Eylem Planı’’ hakkında hasbihâl edelim istiyorum. Çaylar, kahveler alındıysa buluta ve tarihe notlarımı düşeyim. Anlatacaklarım çok, okuma sabrı göstermenizi dilerim.

‘‘Böl, parçala, onlar birbirini yerken arkana yaslan, sorumluluk alma.’’ Epey tanıdık bu yöntem kadınları nasıl doğurduklarına göre ayrıştırırken, itinayla doktorla hastayı da karşı karşıya getirmeyi bir kez daha başardı. Yıllardır ‘sektörleşen’ sağlık sisteminin yaratıcı ve uygulayıcıları ise çekirdeklerini alıp gene kenara çekildiler. Meslektaşlarım olayın şokunu atlatana kadar refleksleri en hızlı olanlar sosyal medyayı etkin kullanan kadınlar oldu. Başarıyı, ‘vajinal’ bile diyemeyen, ‘normal’ doğum ile ölçülendiren sağlık bakanlığı, anne ol(a)mayan kadınları ise muhatap bile almadı.

Sağlık Bakanlığı’nın resmi internet sitesinden, 3 Ekim 2024 tarihinde yapılan, “Doğal Olan Normal Doğum” konulu toplantının uzun metinine ulaşabilirsiniz. Meraklısı okusun ama eylem planının tam olarak neleri kapsadığı, hangi sürelerde, ne vaat ettiğine ilişkin bilgilere ulaşmak pek mümkün değil. Bakanlıkça yayınlanan ve ‘anne başardık’ başlığı ile servis edilen kamu spotu epey kamuoyu oluşturdu. Yayınlanan videoda diyordu ki; ‘normal’ doğum yapan anneler bebekleriyle doğru ve sağlıklı bağ kurar, ‘anormal’ doğum yapanlar başarısız annelerdir. Uzun zamandır bu köşede tiyatro oyunları, zaman zaman da film eleştirileri yazıyorum. Yani seyrettiğim şeyin ‘aslında’ ne söylediğini iyi anlarım. Zaten video içeriğinde saklanmış bir niyet, anlamayı zorlaştıracak metaforik bir dil de yoktu.

Dünyaya yeni bir birey getirmek üzere kadın bedeni türlü değişimlerden geçer. Bu olağanüstü çaba vücudun hemen her sistemini hormonal ve fiziki olarak zorlar. Yani kitaplarda yazıldığı gibi ‘gebelik ve doğum fizyolojik (doğal) bir olaydır’ demek, gerçekte olanı epey küçümseyici bir anlayıştır. Bu büyük değişimlere kadınların bir kısmı daha kolay adapte olur ve gebelik sonuna (miada) kadar sağlıklı bir şekilde ilerler. Bir grup kadın için ise gebelik süreci ya da doğum eylemi çok sayıda sorunla yan yanadır. Yani dünyaya yeni bir birey getirmek için kadınlar her seferinde canlarını ortaya koyarlar. Bunu korku yaratmak için yazmıyorum. Aksine en iyi doğumun anne ve bebeği sağlıkla birbirine kavuşturmak olduğunu vurgulamak için yazıyorum. Yani doğum için önce dilimizden ‘normal’ kavramını çıkartıp vajinal doğum, müdahaleli vajinal doğum ve ameliyatla (sezaryen) doğum olarak tanımlamalar yapalım derim. Kıyametler kopartan kamu spotundaki yanlışın ilkini böylece düzeltelim. Çünkü bir şeye ‘normal’ dediğinizde alternatifi olan her şey ‘anormal’ olur. Oysa sezaryen doğum anormal doğum değil, vajinal doğumun kan kardeşidir. Vajinal doğumun gerçekleşemediği anlarda kadının ve bebeğin hayatını kurtarır. Ayrıştırıcı bir anlayışla değil bütünleştiren bir yerden konuyu ele almak gerekir.

Gebe olan kadındır. Nasıl doğurması gerektiğine karar veren ise ondan başka herkestir; doktoru, devleti, akrabaları, arkadaşları, bu deneyimden geçmiş, geçmemiş fikir sahipleri… Patriarkal sistem kadına nefes aldırmamaya kararlı. Yaz boyunca üreme politikalarından bahsederken bu sistemin nasıl işlediğini detaylarıyla anlatmıştım. ‘‘Benim bedenim, benim kararım’’ diye her fırsatta hakkını aramaya, hayatta kalmak için erkek şiddetinden kaçmaya çalışan kadınlar bir kez daha bu ayrıştırıcı ve korku salan dile direnmeli. Devletin bu konudaki tek sorumluluğu kadının doğurganlık haklarını korumaktır. Parmak sallamak değil.

Bir kadını yeteri kadar bilgilendirmeden, hazırlıksız ve savunmasız vajinal doğuma zorlamak kadar gerekçesiz olarak onu sezaryen doğuma itelemek de zorbalıktır. Yazı boyunca sizi sürekli ters köşelere savuracağım. Anlamanızı istediğim bu konuda tek bir doğru olmadığı gibi tek bir sorumlu da yoktur. Tüm dünyada sezaryen doğum oranları artışta. Türkiye’de sezaryen lehinde ölçüsüz artışının nedenlerini doğru analiz etmek zorundayız. Tıbbi zorunluluklar, anne isteği, doktor yönlendirmesi, yetersiz doğumhaneler, ebe açığı, malpraktis davaları, aşırı hasta yükü, sonu gelmeyen şiddet…

Gelişen ameliyat teknikleri ve tecrübeler, sterilizasyon koşullarının iyileşmesi, antibiyotiklerin yaygın kullanımı ile enfeksiyon riskinin azaltılması, anestezi ve ağrı kesicilerin etkin kullanımı kuşkusuz ki sezaryen uygulamalarına ve hastaların iyileşme sürecine pozitif katkılar sunmuştur. Ancak bunun ağrısız, zahmetsiz ya da risksiz bir doğum gibi sunulması büyük yanlışlardan biridir.

Vajinal doğum anne ve bebek için tüm şartların doğru sağlandığı anda bile tam güvenli olmayabilir. Ebelik sisteminin her hastanede (kamu, üniversite ya da özel) tam ve eksiksiz yürütülmesi gerekir ki bir kadının vajinal doğum eyleminin saatlere yayılan süreci güvenle takip edilebilsin. Türkiye’de ebelik sisteminin köküne kibrit kuyu döküleli epey oluyor. Böyle olunca da doğum eyleminin en başından itibaren doktorun hastasının başında durması gerekiyor ki bu pratik olarak mümkün olmadığı gibi akılcı da değil. Günü belirlenmiş (hatta yükselen burcuna kadar ayarlanmış zamanlamalarla), ameliyathanelerde buluşulan doğumlar sistemin kilidini çözüyor. Vajinal doğumlarda, tıbbi adı komplikasyon olan, işin ‘fıtratındaki’ aksilikler yaşandığında doktora fiziksel şiddet, tehdit ve hasta tarafında zenginleşmeye varan büyük rakamlı tazminat davaları da düşünülünce kaç doktorun hastasını vajinal doğuma ikna etmek için çaba sarf edeceğini sormak mantıksız göründü değil mi? Yani sezaryen oranları doktorun keyfi için artmıyor. Bunun altını tam olarak çizelim ve devam edelim.

Ekonomik gerekçelerin içinde sezaryen doğumun pahalılığı da doktorun kazandığı parayla ilişkilendirilse de işin doğrusu şudur; vajinal doğumlar ‘doğumhanede’ gerçekleşir ve bunun maliyeti düşüktür. Doğum yapan kadın hızlıca evine gönderilebilir. Sezaryen doğum için ise ‘ameliyathane’ açılır ve işin içine çok sayıda personel ve malzeme dahil olur, hastanede yatış süresi artar. İşte bu maliyet artışıdır. Bizi kıskanan dünya bunları hesap eder ve böylece zenginleşir. Biz bol keseden ameliyathanelerimizi açar ve fakirleşiriz. Ekonomistlerin gözü ışıldamasın hemen, Türkiye ekonomisi buradan kurtulmaz, siz garantili inşaatçılarınıza dönüp vergilerinizi falan toplayın. Yani doktorlar adına bir yanlış anlaşılmayı daha düzelteyim; sezaryen doğumdaki artmış maaliyeti hasta öder, sağlıkta dönüşümle açılmış yüzlerce özel hastanenin sahipleri kazanır. Doktor her iki doğum yönteminde de genellikle aynı ücreti alır.

Vajinal doğum eyleminin gerçekleştiği hastanelerde acil şartlarda yeterli tıbbi donanıma sahip olduğundan emin olunmalıdır. Yoksa hasta da doktor da şık kafeteryalı, otel odası kıvamında ama personel bakımından eksiklerle dolu kâğıttan kule hastanelerin altında kalır. Yenidoğan ünitesi, çocuk hekimi, anestezi ekibi, nöbet ekibi, laboratuvarı, kan merkezi, ameliyathanesi olmayan hastanelerde vajinal doğum yaptırmanın çok kötü sonuçları olacağını kimse aklından çıkartmasın. Günün sonunda bakanlığın ruhsat verdiği çok sayıdaki doğumhanenin eksiklerinden doktorlar sorumlu tutulamaz. Ayrıca doğum bittikten sonra kadınların yataklarında kanamadan kaybedilmemesi için kontrollerini yapacak sağlık ekibine, emzirmeye destek verecek hemşirelere olan ihtiyaçlar da gözden kaçmamalı.

Kamu spotuyla birlikte ortaya atılan ‘bebek hazır olduğunda kendi gelir’ bilgisinin çok zaman kafası karışık fetüslerce (anne karnındaki doğmamış bebek) yanlış zamanlarda geldikleri tıbbi gerçeği bu kısa filmde göz ardı edilen başka bir konu. Su kesesi ya da rahim ağzı erkenden açılanlar, anne karnında yeterince beslenemeyerek riske giren fetüsler, tansiyonu çıkan ve zehirlenme yaşayan kadınlar, birden fazla bebeği karnında taşıyanlar, bebeğin eşinin erken ayrılmasıyla ölümle burun buruna gelen kadınlar ve daha birçok riskli durum bu spotta yok sayılmış. Tüm bu anneler sezaryen olduğu için başarısız ilan edilmiş, hiçbir bilimsel verisi olmayan bir bilgiyle bebekleriyle bağlarının gevşek olduğu savunulmuş. Vajinal doğum eyleminin herhangi bir sebeple ilerleyemediği durumlarda sezaryen ameliyatıyla anneyi ya da bebeği yaşamın sınırından döndürdüğümüz doğumlar da başarısız ilan edilenler arasında. Kendi bedeni hakkında, hiçbir bahanesi olmaksızın sezaryen isteyen kadınlar ise kamu spotunun kötü kadınları.

Anneliği kutsal bir yere çekmek, doğum eylemini mucizenin bir parçası sunmak duygulara seslenir ama bilimin işi duygular değildir. Doğada dişi canlılar türünün devamı için doğum yapar. Sessiz ve sakin. Kimi bebekler ya da doğum yapan canlılar bu eylem içinde ölür. Oysa insanın aklı vardır ve önlenebilir ölümleri akıl ve bilimin yolunda aşar. Vajinal doğum doğanın tüm dişilerine sunduğu yoldur. Anne-bebek ölümleri, sakatlıklar sıkı gebelik takipleri ve doğru doğum şekilleriyle hatrı sayılır oranda azaltılmıştır. Evde, ebeyle doğumdan hastanede doğuma geçilmiş olması bir grup ‘doğalcılara’ bazı argümanlar vermiş gibi görünse de modern çağda, geçmişin yoksunluklarını tatmanın romantizmi ömür boyu pişmanlık olarak geri dönebilir.

Doğuma fiziksel hazırlık kadar, psikolojik hazırlık da şart. Vajinal doğumdan kadını uzaklaştıran en büyük korku ağrıyla baş edememe fikri. Oysa ağrısız doğum denilen bel omurundan uygulanan anestezi ile daha konforlu vajinal doğum süreci gerçekleşebilir. Doğum birçok kadının prenseslikten kül kediliğine doğru geçtiği köprü gibidir. O köprü mutlu ve tam sağlıkla geçilmelidir. İşte gebelik okulları tam burada devreye girmelidir. Yoksa üç dakikada bir hasta görmeye zorlanan kamu doktorlarından böyle bir hazırlık beklemek fıkra olsa güldürmez. Devletin bu hizmeti vermediği yerlerde boşluklar hızlıca doldurulur. Gebe eğitimi yapan özel teşebbüsler iyi niyetle ortaya çıkmış olsalar da zaman içinde bir grup, kadınlardan gelen sonsuz taleplerle güçlerini birleştirerek işin ucunu çok fena kaçırdılar. Malum cehenneme giden yolları döşeyen taşları hatırlarsınız. Bu kursların bir kısmından çıkan kadınlar, hipnotize olmuş gibi ellerinde listelerle takip doktorunun karşısına çıkıp ve ‘bana epizyo (vajinal doğumu kolaylaştıran kontrollü kesi) açamazsın, bana suni sancı veremezsin, bana damar yolu açamazsın, beni monitörize edemezsin, bebeğimin kordonunu kesemezsin, bebeğime k vitamini yapamazsın, plasentamı atamazsın vs. ama ben doğumu hastanede yaparım ve başıma tıbbi bir sorun gelirse sorulusu sen olursun’ derler. ‘Doğal doğum’, ‘suda doğum’, ‘evde doğum’ bir sürü isim altında toplanan bu yeni anlayışlar nedense bana aşı karşıtlarını çağrıştırıyor.

Sektöre dönen sağlık sisteminin içinde doğum da her yanıyla gayet güzel sömürüye açık. Şöyle örnekleyeyim size; doğal doğum talebiyle gelen hastaların odalarında pilates topları, havuzlar olur, müzikler çalar, tütsüler yanar. Ebeleri, psikologları, doulaları (sağlık eğitimi olmayan doğuma yardımcı kadınlar) hasta odasında anne ve baba adayıyla huşu içerisinde eylemi takip ederler. Öte tarafta randevuyla doğuma gelen kadınların odaları süslenir, düğünden hallice organizasyonlarla sayısız hasta yakını, şekerlemeler, balonlar, pastalar, börekler, fotoğrafçılarla doktor hem hasta odasında hem doğumhane ya da ameliyathanede kendine zorla yer bulur. Doğumun ciddi ve hayati bir süreç olduğu akıllardan çıkar, çılgın bir partiye döner. Sorun yaşandığında ise hayal kırıklıkları beş yüz çarpanla geri döner. Sırf bu şova dönen haller yüzünden en sevdiğim doğumları pandemide yaptırdığımı söylemek isterim. Neden burayı uzattım derseniz her şeyin ne kadar ayarsız olduğunu, gerçeklerden ne kadar sapıldığını hatırlatmak istiyorum.

Geçmişte parası olanın, sosyetenin, eğitim seviyesi yükseklerin doğum şekli sezaryen, alt tabakanın, yoksulların doğum şekli vajinal doğumken, şimdilerde ibre tersine döndü ve çok bilmişlerin, ünlülerin, zenginlerin doğum şekli ‘doğal’ vajinal doğum oldu. Ah be popüler kültür, ah be kapitalizm her yerde sen. Sezaryen oranlarının artışı doğurganlık hızının düşmesine gerçekten sebep mi peki? Devletin antinatalist/pronatalist yaklaşımlarını anlattığım yazılarımı okursanız nüfus politikalarının nasıl yönetildiğini daha iyi anlarsınız. Konunun doğum yöntemiyle pek de ilgisi yok. Tıpkı demografik yapının değişmesine etkisi olmadığı gibi. Düzensiz ve kayıtsız göçmen sorununu sezaryen oranına bağlamak epey bir hayal gücü ister.

Bu yazıda sezaryen endikasyonları ya da vajinal doğumun kısıtlandığı durumları vs yazmayacağım. Neden mi? Çünkü o doktorların işi. Siz sırtınızı arkanıza yaslayın, her test sonucunu yorumlamakla, her ilacın yan etkilerini bilmekle, her belirtiden teşhis koymaya çalışmakla uğraşmayın. Biz tıp fakültelerini boşuna okumadık, yıllarca uzmanlık eğitimi için didinip, becerilerimizi geliştirmek için uykusuz kalmadık. Rahat olun hastalarımızla birlikte gerekeni, en doğru şekliyle yaparız. Ceza ya da ödül sistemi ile yanlışa doğru, eksiğe tam denmez.

Ben hekimlik pratiğimi özel sektörde geçirdiğim için kamunun ya da üniversitelerin sorunlarını, eksiklerini tam anlatamamış olabilirim. Benim eksik bıraktığım yerleri ebeler, meslektaşlarım, hocalarım tamamlayacaktır. Biz, yani işin profesyonelleri konuşmazsak ve kendimizi doğru anlatmazsak sosyal medyadan yayılan duygusal, ajitasyon içeren açıklamalarla ihale gene kadınlara ve doktorlara kalacak. Devlet kadının bedeninden fiziken ve fikren elini çekmeli. Kadınlar doğurup doğurmayacağına, kaç tane doğuracağına, nasıl doğuracağına, kendi bedeni üzerindeki tüm tasarruflara aklı yetecek kadar kuvvetli ve akıllı bireylerdir. Gölge etmeyin yeter.