Erdoğan geçtiğimiz hafta yeni bir bomba patlattı ve İsrail’in Türkiye’ye saldıracağını söyleyiverdi. O günden beri de bu konu yoğun biçimde tartışılıyor, Erdoğan’ın kendisinin bile inanarak dile getirmediği bir komplo teorisi üzerine uzun uzadıya analizler yapılıyor. Kısacası Batı cephesinde her şey aynı, yine Erdoğan’ın önümüze attığı bomboş konuları çaresizce tartışıp duruyoruz.
İsrail Türkiye’ye gerçekten saldırır mı? Hayır, saldırmaz. Çünkü İsrail aklını peynir ekmekle yemiş bir devlet değil, tam tersine gayet mantık çerçevesinde yönetilen, zalimce olsa da kendi çıkarları açısından rasyonel davranan bir ülke. İsrail’in, Türkiye gibi bölgede denge unsuru olan ve geleneksel olarak Batı ittifakının içinde bulunan bir devlete saldırması öngörülebilir bir gelecekte söz konusu değil. Saygıdeğer hiçbir dış politika analisti de zaten bunun aksini söylemiyor.
Bunu Erdoğan bilmez mi peki? Gayet tabii ki bilir. Ancak söylemek işine gelmez. Çünkü eskiden beri, yoz iktidarların toplumu zapturapt altına almak için kullandığı en kestirme yollardan biri korku yaratmaktır. Bu yöntemde, özellikle ülke sınırları dışındaki bir aktöre dikkat çekilir, onun ne kadar tehlikeli olduğu algısı yaratılmaya çalışılır ve ondan korunmak için toplumun güçlü liderin arkasında hizalanması gerektiği söylenir. Çok klişe bir iştir bu.
İşin iktidar açısından diğer avantajı ise gündem değiştirmektir. Hele ki ülkede genel durum çok olumsuz ise, ekonomi dibe vurmuş, işsizlik, enflasyon alıp başını gitmiş, hukuksuzluklar tavan yapmış, ülkede asayiş namına bir şey kalmamış ise iktidarı elinde tutanlar bunları konuşamayacaklarına göre boş gündemler yaratıp toplumu bunların peşinden sürüklemeyi tabii ki tercih eder.
Ancak bu taktiğin de bir son kullanım tarihi vardır. Toplumsal karşılığı olan veya geçmişte başarılı olduğuna inanılan bir lider işler kötü gitmeye başladığında suni gündemlerle halkı bir süre daha oyalamayı başarabilir. İnsanlar yaşadıkları sorunların geçici olduğuna ve o liderin bu sorunları çözebileceğine inanabilir. Ama sorunların kalıcı hale geldiği görülmüşse bu gündem değiştirme çabaları da artık işe yaramaz.
İşte Türkiye’nin durumu tam da bu. Erdoğan artık halk nezdinde inandırıcılığını yitirdi ve o yüzden de bu girişimleri onun ekonomideki, hukuktaki, toplumsal huzurdaki çöküş durumunu gizlemesine yaramıyor.
Ancak bu girişimlerin AKP açısından yine de bir işlevi var. Şöyle ki, AKP bu konuları açtığında muhalefet partileri bu gündemin peşinden gidiyor ve hatta bunu daha da körükleyecek sözler edebiliyor. Örneğin CHP lideri Özgür Özel, Erdoğan’ın sözleri üzerine Meclis’te kapalı oturum düzenlenmesini önerebiliyor. Böyle bir durumda, halk AKP’nin bu gündem saptırma girişimlerinden illallah etmişken CHP’nin de bu söylemin değirmenine su taşıdığını görünce tepkisini ona da yönlendirebiliyor. Yani AKP gündem değiştirme girişiminde başarılı olamasa da, CHP’yi bu söyleme ortak etmek suretiyle toplumsal tepkinin ona da yönelmesini sağlayabiliyor ve dolaylı da olsa bu süreçten yine de kâr sağlayabiliyor.
O halde muhalefet açısından yapılması gereken bu konuları ciddiye dahi almamak ve toplumun gerçek gündemini vurgulamaktan bir an bile geri durmamaktır. Bu gündem de ülkedeki hayat pahalılığı, hukuksuzluk, baskı ortamı ve asayiş sorunlarıdır. Kurumsal muhalefet bunlar dışındaki konulara dahil olurken iki değil on iki kere düşünmelidir. AKP’nin bu konuları açmaktaki hevesini de topluma afişe ederek onların gündem değiştirme girişimlerini ülkenin akut sorunlarına çözüm bulma kabiliyetlerinin olmadığının bir göstergesi olarak sunmalıdır.