Ana Sayfa GÜNDEM Gök Kubbe ve Kadın Olmanın Elli Tonu

Gök Kubbe ve Kadın Olmanın Elli Tonu

Sizi dünyanın değişmezliğinde, patriyarkal düzende, adalet kavramını sorgulatan, zorba/kurban/kurtarıcı drama üçgeninin oyun boyunca el değiştirdiği, kadın bedeni hakkında bildiklerimizin Halley kuyruklu yıldızından bile az olduğunu söyleyen, 1759 İngiltere’sinde geçen ‘‘Gök Kubbe’’ oyununa davet ediyorum.

İBB Şehir Tiyatroları’nın yeni oyunu Gök Kubbe seyircisiyle buluştu. Geçtiğimiz sezon Sivrisinekler oyunundaki katmanlı metin yapısı, derinlikli karakter kurulumları ile kendisine vurulduğum, İngiliz yazar Lucy Kirkwood, yeni oyunu ile bu aşkın tesadüf olmadığını gösterdi. Elbette konu tiyatro olunca kuvvetli bir metin tek başına yetmiyor. Çünkü metin okunmak, sahne seyredilmek için var. Oyunun yönetmeni Ali Gökmen Altuğ, Kirkwood’un dünyasına oldukça hâkim. Gökmen’in incelikli rejisi, yaratıcı ekibi ve kuvvetli oyunculuklarla Gök Kubbe, seyircisini oyun bitse de düşünmeye devam etmesi gereken, kesin yargıları olmayan sorular ve duygularla salondan çıkarmayı başarıyor.

Perde açıldığında, sahnenin sol köşesinde kötü şeylerin yaşandığı, uğursuz bir gecenin sonuna tanıklık ediyoruz. Atmosfer, müzik ve ışıkla ustalıkla seyirciye ulaşırken, ilk olarak Sally ile tanışıyoruz. Yani oyunun aksiyonun merkezindeki karakterle. Zaman ve mekân, ışık/efekt ikilisi ile değiştiğinde, sağ köşede; yayıkta tereyağı yapan, oyunun ana çatışması ‘adalet arayışı’ için kadınlardan kurulu jüriye davet edilecek olan, kasabanın ebesi Elizabeth ve mübaşir Bay Coombes’un konuşmaları ile oyunun prelüdü tamamlanıyor. Merak duygusunun tohumları seyircinin zihnine ustalıkla serpiştiriliyor.

İngiltere’nin doğusunda, görece sakin bir kasabada bir kız çocuğu canice öldürülmüştür. Suçlular hızlıca bulunmuş, cinayeti işleyen erkek meydanda, halkının önünde idam edilmiştir. Cinayeti birlikte işlediği düşünülen Sally ise hamile olduğunu söylediği için idamı ertelenmiş, bu ideasının doğruluğunun ispatlanması gerekmektedir. Çünkü 1750’lerde yasalara göre suçlu çocuk bekliyorsa cezası infaz edilmeyip, Amerika’ya sürgüne gönderilmektedir. Ama sorun şu ki o dönemlerde erken bir gebeliği anlamak pek de kolay değildir. Oyunda erkeklerce verilen idam hükmünün uygulanabilmesi için kadınlardan kurulu bir jürinin kararına ihtiyaç vardır. Kasabanın kadınları uzmanı olmadıkları, sadece deneyimledikleri hamilelik, doğum ve annelik üzerinden başka bir kadının hayatta kalıp kalmayacağına karar verecektir. Mahkeme salonunun üst katındaki odada yanmayan bir şömine dışında masa ve oturabilecekleri birkaç sandalye vardır. Mart ayının soğuk bir pazartesisidir. Kadınların çoğunun aklı yarım kalan günlük işlerindeyken pek azı gerçekten jüride yer almak istemiş ve Sally adlı kadının asılmasını istemektedirler. Onlara göre hamilelik yalandır ve O bir çocuk katilidir. Jürideki tek uzman aslında ebe olan Elizabeth’dir ama yanlış bir karar vermekten en çok o endişelidir.

Oyunda farklı kadınlardan, farklı anlarda ‘‘Biri senden çalarsa, sen de ondan çalabilirsin ve eğer birilerinin senden fazla şeyi varsa uzun zaman önce seni soydukları içindir, o yüzden sen de onları soyabilirsin’’ cümlesini duyarız. İşte bu fikir oyunda suçun ortaya çıkışı ve adaletin nasıl sağlanacağı üzerine büyük tartışmanın cümlesidir. Sadece yapabilecek gücü olduğu için insanların malına çöken, kadınlara, küçük kızlara tecavüz eden, insan öldüren kasabanın saygın beyefendisi ve ailesinden çok büyük bir şey çalınır; 11 yaşındaki kız çocuklarının hayatı. Adalet kim için, nerede başlayıp, nasıl devam edecektir?

Şehir Tiyatroları’nın repertuvarına aldığı bu oyun günümüz Türkiye’si için çok yerinde bir öngörüdür. Öldürülen bir çocuktur ve çocuk beklediği için bir kadın idam cezasından kurtulabilecektir. Bay Halley’in çıplak gözle görülen, insan hayat döngüsünde 75 yılda bir gök kubbemizden geçen kuyruklu yıldızı ilk tanımladığı 1758’den gelen bu kadınlarla, yıldızın döngüsüne takılmışçasına bugün hala benzer konuları tartışıyor olmamız insanlığın değişmeyen kötülüğü ve yarasıdır.

Gerilimi, dramatik yapısı içinde hep dinamik tutan oyun, beklenmedik anlardaki dokunuşlarıyla, çözülmeleriyle seyircinin merak duygusuna hitap ettiği kadar kahkaha atmasını da sağlayarak hayatın tam da böyle bir şey olduğunu hatırlatır. Metni güçlü yapan unsurlar sadece anların, duyguların değişkenliğinde değil karakterlerin keskinliklerinin tuzla buz olduğu ve dönüştükleri anların ustalığındadır. Ahlak/ahlaksızlık, güçlülük/zayıflık, doğruculuk/yalancılık karakterlerin kendi içinde ve birbirleriyle olan ilişkilerinde sürekli el değiştirir.

Sahne üzerinde rönesans tablosunu andıran çok sayıda fotoğraf yakalamak mümkün. Neredeyse oyunun tamamına yakınını sahneden ayrılmadan oynayan 14 oyuncu ile hiç de kolay olmayan bir işi başaran yönetmen, takımını çok iyi kurmuş. Barış Dinçel’in parçalı, eğimli, derinlikli dekoru oyunun yapısına fazlasıyla hizmet ediyor. Dinçel’in kurduğu mekânı Mustafa Türkoğlu’nun ışık tasarımı, Emrah Can Yaylı’nın müzikleri, Metin Küçükyılmaz’ın efektleri büyülü şekilde tamamlıyor. Kostüm tasarımının imza ismi ise Gamze Kuş. Hareket düzeni Senem Oluz ve bu katmanlı metinin dramaturgu Sinem Özlek.

Ansambl özelliği taşıyan bu oyunda tüm oyuncular kendi karakterlerine sonuna kadar inanmışlar. 21 çocuk doğuran kadının hamile değil de suçiçeği olmasına sevinci, sürekli adet gördüğü için gebe kalma ihtimalinden kurtulan kadının ferahlık hissi, gebelikten korunmak için tuğla kullanan kadının anlatısı seyirciyi gülümsetiyor. Çok sayıda düşükleri nedeniyle kısır bir kadının jürideki varlığı, menopozun sıkıntılarından mustarip olanların yanında, gebe olanlar, bebeği küçük ve hasta olanlar, sütü gelmeyenler, cinsel arzuları şelale kadınlar ile sahnede adeta kadınlığın her dönem ve döngüsüne ait bir fener alayı izliyoruz. Yazar kadın bedeni üzerindeki müdahaleci yaklaşımlara itiraz ederken, rahim, vajen, yumurtalık, meme ve hormonların dansını büyük bir incelikle sunuyor.

Oyunda sütün varlığı hamilelik için büyük bir kanıta dönüşür. Merkezde doğum, gebelik olunca mitolojiden Lilit de sahnede kendine yer bulur. Kadınların akıllarıyla, deneyimleriyle, vicdanlarıyla vermeleri gereken karar bir anda tanrıya yakarışa dönüşür ama sığınılan tanrının iradesi değil, kadınların kararıdır. Erkek dünyasınca verilen kararın, kadınlara danışılması kullanılması gereken önemli bir fırsattır. Gene de erkek bir doktor bir ebeye göre daha doğru karar verebilir ve kadınlar bu kararının altında toplanmayı güvenli bulur. Jüri odasındaki tek erkek mübaşir Bay Coombes, kurallar gereği konuşmaz ve kararlara müdahale etmez. Bu sessizlik ve azınlıkta olma hali, yıllarca erkek baskısı altında kalmış kasaba kadınlarınca epey aleyhte kullanılır. Topluluk ezen/ezilen dengesindeki değişimi, ötekileştirmeyi Bay Coombes üzerinden acımasızca sergiler.

Altuğ, ne istediğini en başından bilen, yaratıcı takımını iyi kuran, oyuncularını özenle çalıştıran bir yönetmen. Büyük emekle ortaya çıkan Gök Kubbe oyunu duymak, görmek, anlamak isteyen seyircisine çok şey söylüyor. Meseleyi sadece bir cinayetin aydınlatılması ve suçlunun cezasını çekmesi olarak okumak, yazarın ve yönetmenin önümüze koyduğu çok sayıda tartışılacak konuyu ıskalamak olur.

Kadın cinayetlerinin durdurulmadığı, kadın cinayetlerinin politik olduğunun bilindiği dünyada, ülkemiz adına İstanbul Sözleşmesi bir şanstı. Yasaların uygulanması, cezaların infazı için daha kaç kadının, kaç çocuğun öldürülmesi gerekiyor sorusunu sormak bizim utancımıza dönüştü. Bugün 2024 yılının 293. günü, erkekler tarafından öldürülen kadınların kaydedildiği anıt sayaçtaki 319. isim Burçin Sevgi T. Kadınlar tek başına bırakılmış, sokaklarda, okullarda, evlerinde yani gök kubbenin altındaki hiçbir yerde güvende değil. Kadınlardan bunca şey çalınmışken, şiddet en savunmasızlara yönelmişken adaleti kim sağlayacak? Bu canavarı yaratan ‘sistem’ sorgulanmadan ve yargılanmadan adaletin gelmeye pek niyeti yok sanırım. İyi seyirler