Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, 28 Ekim 1923 akşamı tarihe geçen o sözü söyledi:
“Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz!”
Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet; Anadolu insanı için, birbirinden ayrı düşünülemeyen iki yüce kavramdır.
Biz 29 Ekim’i kutluyoruz, Cumhuriyet’i kutluyoruz. Onu sonsuza dek yaşatmak için!
Cumhuriyet gençliğe emanettir.
Mustafa Kemal demiştir ki “Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak olan sizlersiniz!”
Düşünün;
Özgür bir toplum yok!
Düşünce özgürlüğü yok!
Basın özgürlüğü yok!
Adalet yok!
Eğitim sistemi çökmüş! Eğitim, akıl ve bilim dışı bir müfredat ile veriliyor!
Sağlık sistemi çökmüş! Nitelikli doktorlarımız yurdu terk ediyor! Özel sağlık sektörü halkı soyan yerler olmuş.
İnsanlarımız açlıkla, yoksullukla, yoksunlukla zulüm altında bir yaşam sürmekte…
Bugün yaşadıklarımızı 101 yıl öncesini hayal ederek görün!
Ne düşünürsünüz?
O, tüm bu çaresizlikler içinde bir güneş gibi doğdu. Umut verdi, umut oldu!
101 yıl sonra sanki başa döndük ve Türkiye toplumu umut veren, umut olan bir lider bekler hale geldi.
Mustafa Kemal Atatürk, salt bir lider değildi. O, umut doluydu. O, bir dehaydı. O, bir bilgeydi. O, önderdi. O, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar eşsiz bir insandı.
Cumhuriyet gelişmeye, değişime ve bilimsel yeniliklere açık olmaktır. Cumhuriyet ile bilimin gösterdiği yolda yürünür. Anadolu insanı akılcılıktan yana, dogmadan uzak olmanın bilincindedir. Özgürlüğüne düşkündür. Bundandır zulme hep başkaldırmıştır.
Ulu önder, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” diyerek, tarihe ve geleceğe ışık tutan çok önemli ve insani bir ilkeyi dile getirmiştir. İnsanlığa barışı müjdelemiştir.
Barış; ekmek kadar, su kadar, nefes kadar geçmişte de günümüzde de hayati bir önem taşımaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca savaş meydanlarının dehası değildir. O, Cumhuriyet öncesi ve sonrası gösterdiği devlet adamı misyonu ile de tarihe iz bırakmış ender liderlerden biridir. Ekonomiden sosyal gelişmeye, sanayiden bankacılığa, bilimden kültüre, adaletten eğitime, sağlıktan sosyal adalete, tarımdan ulusal birliğin sağlanmasına kadar attığı her adım, çağdaş bir Türkiye Cumhuriyeti için olmuştur.
Mavi gözlerindeki ışık, yüreğindeki cesareti, bilime, sanata ve halkının mutluluğuna önem veren kişiliği ile herkesin sevgisini kazanmış; yeni nesilleri ‘muhasır medeniyetler düzeyine’ yükseltmeyi hedefleyen bir öngörüsü vardı.
O’nun gözleri çakmak çakmaktı. Sarı saçlarında güneş sırmalar saçıyordu. Her bir bakışı umut saçıyordu. Umudu onun bakışlarında gördük. O geçmişe takılmıyordu, gelecekle yaşıyordu. Zorluklar ve olanaksızlıklar karşısında pes etmemeyi, teslim olmamayı ondan öğrendik.
Atatürk’ün de dediği gibi “Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır: çalışkan olmak!” Çalışmak hem de yılmadan çalışmak, kararlı olmak ve mücadele etmek şiarımız oldu. Biz çalışalım ve mücadele edelim ki Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman yok olmasın, hep yaşasın!
Biz çalışırsak başarabiliriz. Biz mücadele azmimizi yitirmezsek Cumhuriyeti koruyabiliriz! Koruyalım ki 101 yıl öncesi gibi olmasın.
Cumhuriyet, demokratik hak ve özgürlüklerin olduğu; siyasi gücün halk ve temsilcileri tarafından paylaşıldığı bir devlet yönetim şeklidir. Ve yapısı gereği monarşinin yokluğu üzerine kuruludur.
Cumhuriyet, demokrasinin en gelişmiş halidir. Atatürk’e göre, “Demokrasi prensiplerinin en asrî ve en mantıkî tatbikini temin eden hükümet şekli Cumhuriyet’tir.”
Bunun değerini bilmeliyiz. İşte bu yüzden her yıl 29 Ekim günü geldiğinde büyük bir coşkuyla ve telaşla hazırlıklar, törenler yapılıyor. 29 Ekim kutlamalarımızın her biri Ata’mıza bir minnet, bir şükran borcudur. Her 29 Ekim günü Cumhuriyet’i kutluyoruz. Onu sonsuza dek yaşatmak için!
Bursa’da Türkçe ezan okunmasına karşı bir protesto gerçekleşmesi üzerine şehre giden Mustafa Kemal Atatürk’ün, kendisi ve heyeti için 6 Şubat 1933 akşamı verilen yemek sırasında yaptığı konuşmasında Cumhuriyeti emanet ettiği gençliğe vasiyeti şöyleydi:
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım’ diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’ İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!”
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği Onuncu Yıl Nutku’nda, bugünü “en büyük bayram” olarak nitelendirmiştir.
Açlık, yokluk, yoksunluk içinde, göz gözün görmediği toz bulutlarının altında ne savaşlar kazandık. Bize kurtuluşu müjdeleyen Atatürk’e inanarak mutlu olmayı da umutla dolmayı da öğrendik. Umutlarımız tükendiğinde ‘sarı saçlı, mavi gözlü dev”in “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz” nidasıyla uyandık. O, her sözüyle dokundu kalplerimize. İyileştirdi açılan yaralarımızı. O, karanlık bir tünelin içinde yolun sonundan görünen bir ışık gibi aydınlattı herkesi…
Gök gözlü Atam! Seni unutmadık, unutturmayacağız.