İzmir 3 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda terör örgütüne üye olma suçundan hükümlü olan 20 kişi, 14 Ekim 2019 tarihinde Cumhurbaşkanlığı ve Adalet Bakanlığı’na hitaben yazdıkları dilekçeyi imzalamış ve gönderilmesi için Ceza İnfaz Kurumu’na teslim etti. Başvurucular, dilekçeklerinde Barış Pınar Operasyonu’na ilişkin değerlendirmelere ve açıklamalara yer verdi. Akabinde başvurucuların yazdığı dilekçeler üzerine disiplin soruşturması başlatıldı. Disiplin soruşturması sonucunda, “‘suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapma veya yaptırma eylemini gerçekleştirdikleri” gerekçesiyle başvuruculara 11 gün hücreye koyma cezası verildi.
Başvcurucular, Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu’nun kararına karşı İzmir İnfaz Hakimliği’ne şikayette bulundu. İnfaz Hakimliği, başvurucuların yazdıkları dilekçedeki ifadelerin disiplin suçunu oluşturacak nitelikte olduğunu belirterek, Disiplin Kurulu kararının usul ve kanuna uygun olduğuna ve şikayetlerin reddine karar verdi. Başvurucular, İnfaz Hakimliği’nin kararına yaptığı itirazı Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi de reddetti.
Başvurucular, toplu olarak imzaladıkları dilekçelerde yer alan açıklamalardan dolayı disiplin cezasıyla cezalandırılmaları nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye bireysel başvuruda bulundu. AYM, başvuruların birleştirilmesine karar vererek, Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan “ifade özgürlüğünün” ihlal edildiğine ve başvuruculara 30 bin TL manevi tazminatın ayrı ayrı ödenmesini hükmettti.
“BAŞVURUCULARIN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE MÜDAHALEDE BULUNULMUŞTUR”
Yüksek Mahkeme’nin gerekçeli kararı şöyle:
“Somut olayda başvurucular, resmi kurumlara yazdıkları dilekçelerin içeriği nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Başvuruya konu olayda başvurucular, düşüncelerini yazıyla açıklamış; söz konusu dilekçeleri düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün bir aracı olarak kullanmıştır. Bu nedenle mevcut koşullar altında başvurunun ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Resmi kurumlara yazdığı dilekçelerin içeriği nedeniyle hakkında disiplin cezası uygulanan başvurucuların ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur. Anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, … yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, … demokratik toplum düzeninin … gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.’
Anayasa Mahkemesi çok sayıda kararında ifade özgürlüğünün demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olduğunu belirtmiştir. Herkes gibi hükümlü ve tutuklular da Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ortak alanı kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına ve bu bağlamda ifade özgürlüğüne sahiptir.
Öte yandan, ifade özgürlüğünün mutlak bir hak olmadığı ve Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci maddesinde öngörülen sebeplerle sınırlandırılabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda ceza infaz kurumunda bulunmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi kurumda güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahpusların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebilecektir.
“CEZA İNFAZ KURUMU’NUN İÇERİĞE YÖNELİK OLARAK BİR İŞLEM YAPMAYA DA YETKİSİ YOKTUR”
Eldeki başvuruda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının olup olmadığı incelenmelidir. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varılabilecektir. Anayasa Mahkemesi, Fevzi Kayacan (4) kararında olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan bir başvuruyu inceleyerek uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Anılan kararda Anayasa Mahkemesi öncelikle derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çeliştiği veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılacağını belirtmiştir. Daha sonra Anayasa Mahkemesi, 5275 sayılı Kanun’un 68. maddesinin (4) numaralı fıkrasında mahpuslar tarafından resmi makamlara gönderilen mektup, faks ve telgrafların denetime tabi olmadığı açıkça düzenleme altına alınarak mahpusların resmi makamlara yazdığı dilekçelere ayrı bir önem verildiğini, öngörülen düzenleme ile ceza infaz kurumlarında bulunan mahpusların resmi makamlara herhangi bir baskı ve etki altında kalmadan rahatça düşüncelerini iletmesinin sağlanmaya çalışıldığını ifade etmiştir.
Başvuru konusu olayda başvurucular, Cumhurbaşkanlığına ve Bakanlığa iki ayrı dilekçe göndermek istemiştir. Dilekçelerin gönderildiği kurumların resmi makamlar olduğunda şüphe yoktur. 5275 sayılı Kanun’un 68. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince Ceza İnfaz Kurumu’nun söz konusu dilekçelere içerik bakımından bir denetim yapmaması ve dilekçeleri ilgili kurumlara göndermesi gerekmektedir. Söz konusu mevzuat gereğince Ceza İnfaz Kurumu’nun dilekçeyi okumaya yetkisi olmadığı gibi dilekçeleri okuduktan sonra içeriğe yönelik olarak bir işlem yapmaya da yetkisi yoktur. Ancak somut olayda Ceza İnfaz Kurumu 5275 sayılı Kanun’un 68. maddesinin (4) numaralı fıkrasının açık hükmüne ve yetkisi olmamasına rağmen başvurucuların resmi makamlara gönderdiği dilekçeleri denetlemiş, buna bağlı olarak başvurucular hakkında disiplin cezası uygulamıştır. Bu durumda başvurucuların resmi makamlara yazdığı dilekçeleri kanunun emredici hükmüne aykırı olarak denetleyerek içeriği nedeniyle başvuruculara disiplin cezası uygulanmasının kanunla sınırlama ölçütünü karşılamadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”