Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer yeni eğitim öğretim döneminde üniversitelere dair düşüncelerini şu şekilde açıkladı:
Çağımızda en temel tartışma konusu kalkınma meselesidir. Kalkınmanın da en değerli kaynağı insandır. İnsanı değiştirip dönüştürmenin, insan aklı tarafından bugüne kadar bulunmuş en etkili yolu, eğitimdir. Bu, bazıları tarafından tartışmalı olsa bile bundan daha iyi bir yol bulunmuş değil.
Eğitimin de en üst seviyesi, üniversite eğitimidir. O halde bir ülkenin ileriye gitmesi ya da geri kalması, kendi üniversitelerinin seviyesi ile doğru orantılıdır. Üniversiteleri iyi olan ülkeler ilerlerken, iyi olmayanlar yerinde saymaya ya da geride kalmaya mahkumdur.
“ÜNİVERSİTE BAĞLAMINDA O FARKI YARATAN NEDİR?”
Peki, üniversite bağlamında o farkı yaratan nedir? Bir üniversite hangi özelliklere sahip olmalı, işlevleri neler olmalı ve bunları nasıl yerine getirmeli ki o üniversite, dünya üniversiteleri arasında gerçek yerini bulsun?
Bunun cevabından önce üniversitelerin işlevlerine bir göz atmak gerekir. Bir üniversitenin birçok işlevi, görevi vardır. Ama bunları üç başlık altında toplayabiliriz:
Bir üniversitenin en temel, birinci görevi, araştırma yapmak yoluyla bilgi üretmektir. Bilgi üretenler dünyayı yönetir, yönetiyor da. Bilgiyi sadece alıp kullananlar, yani bilginin sadece tüketicisi olan hazır bilgi bağımlıları ise yönetilmeye mahkumdur. Çünkü dünya üzerinde en büyük kuvvet bilgidir. Ve bilgi, insanın elindeki en büyük kuvvettir. Ne ki insanı hayvandan ayıran şey akıl ve onun ürettiği bilgidir. Tarih boyunca kazanılan zaferler; buluşlar, icatlar, başarılar vs. hepsi bilgi sayesindedir. Ancak hangi bilgi, nasıl bilgi? Özgün, özgür ve özerk bilgi; yaratan, üreten, araştıran, sorgulayan, ileriye taşıyan, değişen, dönüşen bilgi; zamanın hızına, yönüne ve niteliğine göre evrilen bilgi… Yani burada, bilgiyi bir yerden almak meselesi değil bahsettiğim, onun müellifi olmak, o telifin sahibi olmak önemlidir. Öyleyse burada eğitimcilere, bilim insanlarına ve birer bilim insanı adayı olan akademisyenlere düşen en temel görev bilgi üretmektir.
Bir üniversitenin ikinci temel görevi; nitelikli, ehliyetli ve kabiliyetli öğrenci yetiştirmektir. Çünkü ülkenin bekleyen binlerce görevi, ödevi ve sorunu vardır. Onları kim yerine getirecek? Tabi ki üniversitelerden yetişmiş, meslekleri yapmak için gerekli bilgilere sahip olmuş insanlar yapacaktır. Liderler oradan çıkacak, bilim insanları oradan çıkacak; siyasetçiler, yöneticiler oradan çıkacaktır. Eğer eğitimciler iyi olursa ülke iyi olur. Onların iyi olması kime bağlı? Usta çırak ilişkisi içinde öğretmene, hocaya bağlı. Hocası iyi olmayan bir öğrencinin iyi olma şansı zayıftır. İnsan, kendi yetenekleriyle kendini gerçekleştirebilir ama bu, nadirattandır. Dolayısıyla öğretmenlik kurumu çok kıymetli ve kutsal bir kurumdur.
Bir üniversitenin üçüncü önemli görevi; şehirle, kentle ve halkla hemhal olmasıdır. Üniversite ile ticaret, üniversite ile yerel yönetim, üniversite ile sanayi iş birliğinin kurulmasıdır. Akademide elde edilen bilgilerin, yaşamımızı her gün, giderek her cephede ve artan ölçülerde olumlu etkileyecek pratik faaliyetlere öncülük etmesidir.
Üniversite toplumun kuyrukçusu olamaz. Toplumun önünde yürür, toplumu aydınlatır. Bu da cesaret ister. Eğer üniversiteleri sadece bir işi yerine getiren, bir usulü yerine getiren kurumlar olarak görürseniz, daha da vahimi; eğer üniversiteyi bir ticarethane olarak görürseniz, asla ilerleyemezsiniz. Bizler bu ülkenin beyinleri olarak nitelikli eğitimin önemini bilince çıkarmak durumundayız. Buna ister ilminizin mahiyetinde bakın, ister topluma karşı sorumluluk babında bakın; bu, hem eğitimci olarak hem de halk tarafından seçilerek belli bir misyon yüklenmiş yerel ve mülki idareciler olarak bizlere verilmiş görevdir.
PEKİ TOPLUMU AYDINLATAN BİR ÜNİVERSİTE NASIL ÖZELLİKLERE SAHİP OLMALI?
Birincisi, bilginin ve bilgi üretme ortamının mutlaka özgür olması gerekir. Bilginin özünü üreten bir düşünce ve fikir fabrikası olmalıdır üniversite. Böyle bir üniversitenin ürettiği bilgiden de korkmamak, o bilgiyi zapturapta almamak gerekir. Bilgi bizim nişanemizdir. Peki biz o yeterlilikte miyiz? Hayır. Nereden biliyoruz? Türkiye coğrafya olarak dünyanın ilk 30 ülkesi arasında, nüfus olarak ilk 20 ülkesi arasında. Ama bilime yaptığı katkı maalesef bu kesafette değil. Neden? Haşa, bizim insanlarımızın zeka düzeyi yeterli değil mi? Fazlasıyla yeterli ve biz bunu Aziz Sancar ile ispatladık. Peki, bilimde bugüne kadar Nobel ödülü almış tek bilim insanımız Mardinli Aziz Sancar’la ilgili neden sevincimiz kursağımızda kalıyor? Çünkü o, Amerika’nın kendisine sunduğu olanaklarla o ödülü aldı. Dolayısıyla biz tam anlamıyla sahiplenemiyoruz bu başarıyı. Aksine, zaten bu durumdan esef duymamız ve bazı dersler çıkarmamız gerekiyor. Demek ki bu iş, olanakla ilgili bir meseledir. Bu iş, bilginin göç edip gitmesini engellemekle ilgili bir meseledir. Bilgi, kendisine değer verilen yerde kök salar, kendisine değer verilmeyen yerden ise göç edip gider. Onun için bilgiye gerçek anlamda değer vermek durumundayız.
“ÜNİVERSİTELER ÖZERK OLMALI”
İkincisi, üniversite özerk olmalıdır. Üniversite herhangi bir hizmet kurumu değildir. Üniversiteler, geleceğin inşa edildiği kurumlardır. Dolayısıyla üniversitenin en önemli özelliklerinden biri de özerk olmasıdır. Çünkü bir üniversite vesayet altındaysa; bilim insanı korkuyorsa, istediği araştırmayı yapmakta tereddüt ediyorsa; öğrenci öğrenmek için gerekli girişimlerde bulunamıyorsa; yeterli konferans, forum, sempozyum vs. yoksa, o zaman o ülkenin geleceğine sadece kötülük etmiş olursunuz. Halbuki aykırı fikirler, özgür düşünce, vesayetten uzak bir üniversite ancak toplumun önünü açabilir ve toplumu aydınlatabilir.
Üçüncü olarak kaynak ve olanakların da yeterli olması, özgürce kullanılması gerekiyor. Çünkü bu işin bir de mali boyutları var. Bu anlamda da üniversitelerin bağımlı olmaması gerekir. Çünkü parayı ödeyen denetler ve bağımlı olunduğu zaman, bilimi feda etmek durumunda kalır insan. O nedenle her ne olursa olsun bilginin özgür, akademinin özerk, mali idarenin de kendi ayakları üzerinde duran bir yapıda olması, bu birliğin koşulları yerine getirmesi için şarttır.
Geleceğe eğitimle yürünen bir yolda ‘Kent Koalisyonu’ dediğim üniversite, iş alemi ve yerel yönetimler, iş birliği içinde olmalıdır. Çünkü tek başına yerel yönetimler, tek başına mülki idare veya tek başına üniversite işin üstesinden gelemez. Nasıl ki vücut bir bütündür. Bütün organlarının aynı anda senkronize bir şekilde hareket halinde olması yaşamın devamı için gereklidir, işte başarıya ulaşmanın formülü bu örnekle sarihtir.
Bu, çok kutsal ve önemli bir iştir. Bu, bir kentin, bir ülkenin tüm paydaşlarının, kentin bütününü oluşturan tüm bileşenlerinin el ele vererek üstesinden gelebileceği bir iştir. Bunun için de herkesin, hepimizin bilime, bilgiye ve birbirimize ihtiyacı vardır. Bilginin ve bilgeliğin yuvası olan üniversitelere, eğitim kurumlarına ve her kurumda nitelikli kadrolara ihtiyacımız vardır.
…
Hâsılı, birlikte çalışalım, birlikte üretelim ve ortak akıl temelinde, bilimin meşalesini geleceğimizi aydınlatmak için hep birlikte taşıyalım.
Yeni eğitim ve öğretim yılımız hayırlı olsun.