Önce şunu söylemeliyim.
Her derbiden önce yazıyoruz, konuşuyoruz.
“Şöyle büyük maç, böyle heyecan, dünyanın gözü burada” diyoruz.
Dünyanın gözünün burada olduğunu pek görmedim bu yaşıma kadar. Avrupa’da bizim maçları izleyen var mı mesela. Yok. Sadece bizim gurbetçiler seyrediyor.
Bir tek heyecan çok. Tribünler de öyle, sokaklar da.
Neyse… Geleyim maça. Önce ilk yarıyı anlatayım.
Fenerbahçe seyircisinin de müthiş desteği ile rakibine oranla daha iyi başladı aslında.
Başladı da… Tek kanatlı kuş gibi! Saint-Maximin götürürse götürüyor, diğerleri bakıyordu.
Adam çok kuvvetli. Hızlı. Yıkılmıyor. Top önüne geldi mi tutabilene aşk olsun. Ama tek kanatlı uçak ne kadar gidebilir ki? Bir iki pozizyonumsu pozisyon buldular da gerisi yok. Aklımda kalan sadece Szymanski’nin müsait durumda topu çok kötü vuruşla auta atması kaldı.
Sonraki dakikalarda Galatasaray’ın cesaretlendiği ve rakibinin üstüne gittiğini gördüm.
20. dakikada Sara’nın vuruşunda Livakovic’in topu kornere çelmesi golün habercisi derken gol de geldi zaten. Aynı dakikada Galatasaray atağında İsmail Yüksek’in uzaklaştırmak istediği topa Torreira öyle vurdu ki uzaklardan. Direğe çarpan top Livakovic’in sırtına çarpıp filelere gitti.
Peşinden Oosterwolde’yi karşı karşıya pozisyonda kaleci Muslera’yı geçememesinin ardından Galatasaray yine gol attı.
28. dakikada Yunus Akgün’ün ortasında Osimhen’in göğsüyle indirdiği topu Mertens güzel bir vuruşla ağlara yolladı.
İlk yarıda hızlı forveti olan 2 gol attı. Ağır olan ise yerinde saydı.
Bir de Dzeko’nun ceza alanına girerken düşürülmesine beklenen kırmızı kart vardı. Yüzde yüz gol pozisyonu değildi sanki; sarı kart doğruydu sanırım.
İkinci yarıya Mourinho İsmail Yüksek’in yerine Amrabat’ı alarak başladı.
Fenerbahçe bu kez daha hırslı gibiydi başlangıçta. Ama yine bütün umutlar Saint-Maximin’deydi. Bu da yetmiyordu işte.
Yine ilk yarıda olduğu gibi. Fenerbahçe’yi sahasında bekleyen Galatasaray bir çıktı yine golü attı; iyi mi! 60’da Sara durumu 3-0 yapında Jose Mourinho’nun tank gibi ağır Tadic’i almak aklına geldi. Yerine İrfan Can’ı koydu ki; bunu çoktan yapması gerekiyordu.
İrfan Can’ın girmesiyle o kanattan atak yapan Fenerbahçe ceza alanına girdi, Abdülkerim Fred’e ceza alanında kontrolsüz girince hakem penaltı noktasını gösterdi. Topun başına Dzeko geçti, o dakikaya kadar en olumlu hareketini yaptı ve golü attı. Fark ikiye indi.
67. dakikada Mourinho radikal bir karara imza attı. Djiku’yu yani bir defans oyuncusunu alıp yerine forvet oyuncusu El Nesyri’yi aldı. Büyük riskti bu. Peşinden Yunus topu filelere yolladı ama ofsayttaydı.
75’te Okan Buruk artık biraz da defansa önem vermesi gerektiğini anladı. 3-1 öndeydi takımı ne de olsa. Mertens’i dışarı aldı, Sallai’yi soktu yerine.
Sonlara doğru oyun iyice hareketlendi. Orta sahalar düştü. Top bir o kaleye, bir bu kaleye gidip gelmeye başladı.
Peşinden de üst üste değişiklikler başladı iki takımda da. Yorgunluklar vardı demek ki.
Maçın sonunda saptadıklarıma gelince… Galatasaray daha iyi; bu doğru. Ama bir de şu var. Topu kaptırdıklarında genelde faul yapıyorlar. Ama sert ama yumuşak. Başkan Dursun Özbek’in tepki gösterdiği hakem Atilla Karaoğlan’a dua etsinler. Ya bunlardan bir ikisine kırmızı çıkarsaydı? Demek ki hakemler kindar değilmiş. Öyle ise maçtan önce ileri geri konuşmayacaksın!
Jose Mourinho, bir hafta önce Galatasaray derbisini soran gazetecilere aynen şunu söylemişti:
“Onu henüz düşünmedim. Oynadıkları maçı izledim. Yapacak bir şeyim yoktu, yatağımdaydım.”
Önemsemediğini belirtti yani.
Sonuç ortada. İyi uykular Jose!
Galatasaray daha iyiydi kazandı. Tebrikler Okan Buruk’a. Mourinho’ya dersini verdi çünkü.