Türkiye’nin, 21 Ağustos’tan beri aradığı sekiz yaşındaki Narin Güran’in cesedi, dün köyüne bir-iki kilometre mesafedeki Eğertutmaz deresinde bulundu. Narin’in öldürüldükten sonra çuvala konduğu, bu çuvalın dereye yerleştirildiği, üzerine taşlar konduğu ve ağaçlar örtüldüğü anlaşıldı.
Ekiplerin daha önceden bu noktada arama yapmış olması ve eli boş, akla şu soruları getiriyor:
Ceset, öldürüldüğü gün mü dereye kondu?
Eğer ilk gün konduysa nasıl oldu da bulunamadı?
Yoksa ceset sonradan mı getirildi?
Eğer sonradan getirildiyse, köy asker kaynarken, ülkenin gözü onların üzerlerindeyken, cesedi taşımayı nasıl başardılar?
Bu soruların yanıtlarını otopsi raporu açıklandıktan sonra daha net öğrenebileceğiz diye düşünüyorum.
Narin’in DNA’sı amcanın otomobilinin ön koltuğunda bulundu.
Üç savcı katıldı
Narin’in cenazesi dün saat 10.50’de Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’na getirildi.
Otopsiye Adli Tıp Grup Başkanı, Morg İhtisas Daire Başkanı, Adli Tıp Şube Müdürü, dört Adli Tıp ve bir patoloji uzmanı, bir sağlıkçı, üç otopsi teknikeri, üç savcı ve Diyarbakır Barosu Başkanı katıldı.
Ceset üzerinden, istismar dahil her türlü suçu ortaya çıkaracak şekilde biyolojik bulgu ve süprüntü örnekleri alındı. 91 örnek alındıktan sonra ceset skopi işlemine tabi tutuldu. Yani, röntgeni çekildi.
Sol bacağı kopmuş
Otopsi kamera kaydına alındı.
Sol bacakta diz kapağından itibaren kopma olduğu görüldü. Cesedin bulunduğu çuval içerisinde Narin’e ait olduğu değerlendirilen kaval kemiği çıktı. Kemik muhafaza altına alınarak, diğer kemik parçalarıyla birlikte İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderilmek üzere ayrıldı. Bacaktaki kopma nedeninin, ancak burada yapılacak incelemeyle anlaşılabileceği vurgulanıyor.
Ölüm sebebi ve zamanı belirsiz
Tutanakta “Uzmanların ilk izlenimlerinde cesette ciddi anlamda çürüme başlamış olduğundan somut bir beyanda bulunmanın mümkün olmayacağı” vurgulandı.
Gözle görülür şekilde kesici-delici alet veya ateşli silah yaralaması görülmedi.
İç kanama bulgusu tespit edilmedi.
Cesetteki çürüme sebebiyle ölüm zamanına ilişkin bir beyanda bulunulamayacağı, kesin ölüm sebebinin Diyarbakır Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi’nce yapılacak moleküler incelemeler, patolojik çalışmalar, İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderilen numuneler üzerinde yapılacak incelemelerle belirlenebileceği anlaşıldı.
Otopsi saat 23.15’te sonlandırıldı.
Adli Tıp Kurumu kaynakları kesin ölüm sebebinin en erken 15 gün, en geç bir ay içerisinde açıklanacağını ifade ediyor.
O kılıç 23 yıl doğrultuldu, hiç mi görmediniz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir hafta bekledikten sonra, özellikle İmam Hatipliler Kurultayı’nı denk getirerek, kılıç çatan harbiyelilere parmak salladı. Torunu yaşındaki teğmenlere “Siz kime kılıç çekiyorsunuz?” diye hesap sordu.
Biliyoruz ki…
Asıl mesele, kılıç-kalkan değil, teğmenlerin “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atmış olması.
Sanırım, şöyle düşünüyorlar:
“15 Temmuz’dan sonra harp okullarını kapattık, Milli Savunma Üniversitesi’ni kurduk, başına ‘bizden’ bir rektör atadık, hocaları camiamızdan, öğrencileri yedi göbeğine kadar soruşturup öyle alıyoruz, yine Atatürk, yine Atatürk…”
Bazıları “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” cümlesinin siyasi bir slogan olduğunu ileri gidiyor.
Polis Meslek Okulu’nda yüzlerce polis adayı ülkücü marşlarla ‘bozkurt’ işaretleri yapınca MHP’nin tescilli el işareti Türk tarihinin sembolü ilan ediliveriyor.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna bağlılık ifade eden “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı darbe muhtırası sayılıyor.
Teğmenler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atmasa hiçbir sorun çıkmazdı.
Erdoğan, kılıç çatmayı dert etmiş olsaydı bu tören Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) 23 yıl boyunca yapılabilir miydi?
1999’da başladı, 2023’te kaldırıldı
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) kaynaklarına göre, kılıçlı ant içme ilk olarak 1999 yılındaki mezuniyet töreninde icra edilmiş. Üstelik yönergeyle törene dahil edilmiş. 2022’ye kadar uygulanan bu tören 2023’te kaldırılmış.
Kılıçlı ant farklı biçimlerde yapılmış.
MSB’de yetkili düzeydeki bir albay, 2000’de Kara Harp Okulu’ndan mezun olduğunu, o yıl kılıçla selam dur’a geçerek, ant içtiklerini kaydediyor.
Albay bana şu bilgileri veriyor:
“Bu tören 1999’da yapılmaya başlanmış. 2000’de ben de ettim. 2022 yılı da dahil, mezuniyet töreninin parçasıymış. Kılıcı çeker, selam dur’a geçer, yemin edersiniz. Yemini alay veya birlik komutanı okur, siz tekrar edersiniz. Biz kılıç çatma şeklinde yapmadık.”
Yalnızca Kara Harp Okulu okumuş
MSB kaynakları bir soruşturma değil, inceleme yürütüldüğünü söylüyor. İncelemenin olaya ilişkin olduğunu, teğmenlerle sınırlı tutulmadığını, idarecileri, videoyu çekeni de içerdiğini belirtiyor. Şimdilik ‘emre itaatsizlikte ısrar’ noktasından bakıldığını vurguluyor.
Kaynaklar “Her alanıyla inceleniyor. Bu bir süreç. Süreç neticesinde nasıl bir işlem yapılacağı ortaya çıkacak” diyor.
Kılıçlı ant içmenin yalnızca Karp Harp Okulu’nun mezuniyetinde yapıldığını, Hava ve Deniz harp okullarında icra edilmediğini vurguluyorlar. Bu yüzden, inceleme Hava ve Deniz harp okulu mezunlarını kapsamıyor.
Yine mi Fatih-Harbiye
Türkiye’yi 2002’den 2014’e kadar başbakan, 2014’ten bu yana cumhurbaşkanı olarak yöneten Erdoğan, bütün mezuniyet törenlerine katıldığına göre, kılıç çatıldığını ya da kılıçla selam dur’a geçildiğini görmüş olması gerekirdi. Bu kılıç 23 yıl boyunca niçin doğrultulduysa şimdi de aynı sebeple doğrultuluyor.
Erdoğan, defalarca önünde icra edilen mezuniyet geleneğinden darbe girişimi çıkarmak istiyor. Bu düşüncesini, İmam Hatipliler Kurultayı’nda açıklayarak, alışageldiği ‘Fatih-Harbiye’ (Peyami Safa’nın ruhu şad olsun) çatışmasını kaşıyor.
Enflasyon ve pahalılıktan illallah etmiş seçmenini darbe vehmiyle tutacağını hesaplıyor.
Gel gör ki…
İmam Hatipliler Kurultayı’ndan Harbiyelilere parmak sallarken, memleketin evlatlarından birini öz, ötekini üvey gördüğünü aşikar ediyor.
Erdoğan, ordusunu ateşe atan bir başkomutandan farklı değil…
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını suç haline getirmek, teğmenleri şu tarikatın, bu cemaatin askeri olmaya itmek, iktidardaki partiden görünmeye mecbur etmektir.
Erdoğan, teğmenlerimize potansiyel darbe şüphelisi muamelesi yaparak, kendi ordusuna kılıç doğrultuyor.
‘Kireç sökücü versek, içip intihar eden oluyor’
Geçen perşembe bu köşede, 900’ü aşkın bedelli askerin görev yaptığı İstanbul General Kenan Evren Kışlası’na ilişkin iddiaları kaleme almıştım. ‘Kışla mı, esir kampı mı?’ başlıklı yazımda, terhis olan bir askerin anlatımlarını aktarmıştım.
Milli Savunma Bakanlığı’ndan (MSB) arayarak, yazım üzerine Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’nın inceleme başlattığını bildirdiler.
İddialara şu yanıtları verdiler:
-Askerin haklı ve haksız olduğu yerler var.
-Yemekten zehirlenme iddiası doğru değil. Hiçbir komutan zehirlenmiş askeri ilaç verip gönderemez.
-Elektrik hattında tespit edilmiş bir çarpma olayı yok.
-4 Ağustos’ta er pavyonu diye bilinen binada sıva dökülmesi meydana geldi. Etrafı emniyet altına alındı. Onarım için teknik görevlendirme istendi.
-Yatak takımı hafta bir yıkanıyor, haftada iki değiştiriliyor. İki-üç aylık dönemler halinde en az bin kişi geçiyor. Ne kadar tedbir alsanız da temizlenmediği oluyor.
-Duş ve tuvalet kirliliğinde haklılık payı var. Biz askere kireç sökücü gibi kimyevi malzemeleri veremiyoruz. İçip intihar eden, kullanmasını bilmediğinden zehirlenen oldu.
-Askeri kantinde su, 7.70 TL. Askeri kantin sabah 7-9, 12-14, 17-22 arasında açık. Beş su otomatı var. Otomatlarda su 9 TL.